Avustralya'dan Akdeniz'e

Geçen hafta kontrol için gittiğim tıp merkezinin hemen yanındaki küçük parktan geçerken, yere dökülmüş iri ve ilginç tohum kılıflarını fark ettim. Başımı kaldırıp incelediğim ağacı, pek çoğu gibi yine tanımıyordum. Yapraklarının bazısının tek parçalı, bazısının üç parçalı oluşu daha önce görmediğim bir özellikti. Merak etmeme rağmen hemen detaylıca araştırıp bulma şansım olamadığı için, birkaç gün boyunca ağacın ne olduğu hakkında hiç fikrim olamadı. Sonunda bu türün, anavatanı taa Avustralya olan ve Türkçe'de adı Japon kavağı olarak geçen şişe ağacı, kurrajong yani brachychiton populneus olduğunu buldum. Brachy, Yunanca “kısa”, chiton ise özellikle Helenistik dönemde giyilen antik giysi ya da bir çeşit deniz kabuklusu anlamına geliyor.

Tohum kılıflarının şekli yüzünden deniz kabuklusundan esinlenilmesi akla yatkın gibi ama Türkçe isminin neden “Japon” olduğunu öğrenemedim. Bilimsel adının ikinci bölümündeki populneus ise, yapraklarının kavağa (poplar tree) benzerliğinden dolayı konmuş ve buna göre kavak denmesi çok ters değil. Şişe ağacı tanımı gövde şekline bağlı olabilir belki ama, bir varsayıma göre eğer bir delik açıp etrafına bastırırsak, gövdesinde bulunan içilebilir kalitedeki suya ulaşabilirmişiz. Bir çeşit dev şişe yani :)

Kuraklığa dayanıklı ve kavağın aksine her zaman yeşil olan ağaç, yazın kısmen yaprak döküyormuş. Kalın bir kılıfın çatlamasıyla açığa çıkan sarı turuncu tohumlar hem kahve olarak içilebiliyor hem de zengin bir besin kaynağı olarak Avustralya yerli halkı Aborijinler tarafından tüketiliyormuş. Gövdesinden elde edilen liflerden yapılan ağlarla balık ve hatta bumerangla korkutularak yönlendirilen başka hayvanları tutmak mümkünmüş.

Türkiye’nin ilk EXPO’su EXPO 2016 Antalya alanına, çok sevdiğim Türk rock grubu Bulutsuzluk Özlemi tarafından törenle ve grubun adının yazılı olduğu künye ile dikilen Japon kavağı fidanına bir gün denk gelir miyim bilmiyorum ama, henüz mevsimi gelip açmadıkları için böcekleri çektiği söylenen, çan şeklindeki güzel çiçekleri görmek için mayıs ayında Buca'ya tekrar kontrole gitmekte yarar var.

Bir başka her dem yeşil bitki ise şu sıralarda nefis çiçekler açmakta. Ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz bölgesinin bitkisi olan biberiye, özellikle tıp alanındaki kullanımının etkisiyle çok eski zamanlarda dünyaya yayılmış bir bitki. Hatta insanların ülkelerine götürme gayretinin, bitkinin yayılmacı tavrı ile birleşmesi sonucunda bugün biberiyeyi; Uluslararası Tarım ve Biyolojik Bilimler Merkezi (CABI) tarafından hazırlanan, Küba gibi bazı ülkelerde küresel ekonomi ve çevre açısından tehdit oluşturan istilacı türler raporunda görüyoruz. Oysa bu güzel bitki; ilaç ve kozmetik endüstrisinde kullanımının, esans ve kokulu yağ olarak tüketiminin yanı sıra, bahçelerimizin peyzajından, sofralarımızdan ve hatta son zamanlarda restoranlarda yediğimiz pek çok yemeğin ortasından eksik olmayacak kadar hayatımıza girmiş durumda. Aklımıza onunla mücadele etmek gelmez, canımız da pek istemez herhalde.

Yukarıda bahsettiğim raporda yer alan, bitkinin adı ile ilgili bilgilerden bazıları çok ilginç. En çok bilinen adlarından biri ile rosmarin, yani “denizin çiy”i, eski zamanlardan beri bilindiğinden, çok çeşitli ülkelerin mitoloji ve folklorunda yer alıyor. Örneğin Portekizliler ona İskandinavların ellegrin yani elf bitkisi deyişinden etkilenerek alecrirn adını verirken, Sicilya masallarında, bebek perilerin biberiye çiçekleri altında uyuduklarından bahsediliyor. Meryem Ana'nın Mısır'a giderken biberiye çalısı altında dinlendiğini anlatan efsaneyi referans alan İspanyollar ise hacca gidenlerin çiçeği (pilgrim's flower) anlamında romero diyorlar biberiye ailesine.

Benim biberiye ile yolculuğum ise; yapraklarını sıkıp parmaklarımı burnuma her götürdüğümde hafızama ulaşan o bildik kokunun sayesinde, doğrudan çocukluğuma oluyor.

İyi pazarlar...

YORUM EKLE