Bazılarına hüzün yakışır sadece

Kadere inanmıyorum... Önceden, biz doğmadan yazılıp hazırlanmış bir hayatı yaşamakta olduğumuz fikri anlamsız geliyor bana. Ancak doğduğumuz andan itibaren geleceğimizi etkileyecek yaftalarla yaftalanıp durduğumuzu da düşünmeden edemiyorum. En çok da ebeveynlerimiz yapıyo bunu. Kimi bile isteye, kimi hiç haberleri bile olmadan. Onlar başlatıyor bütün süreci.. Koydukları isimle!

Bunun ayırdına varana kadar ben de pek çok standart evlat gibi en kıymetlim görürdüm anne babamı. Toz kondurmaz, laf söyletmezdim. Şimdi de nefret ediyor falan değilim elbette. Seviyorum onları, varlık sebebim onlar ne de olsa ama tuhaf bir kırgınlık da yok değil işte içimde onlara karşı. Elimde değil, geçmiş yaşantımda çok canımı yaktı isim seçimleri.

Ah tabi ya...
Kendimi tanıtmadan giriverdim lafa rüzgâr gibi. Hep böyle eserim işte ben, deli deli. Bu da ismimin eseri. 
Neyse zararın neresinden dönersek kâr. 
Merhaba;
Güz ben. 
Size kendimden bahsedeceğim. Neden diye sormayın, çünkü ben de bilmiyorum. Belki de yıllardır içimde saklayıp durduğum bu yara artık hava alsın da kabuk bağlasın istemişimdir..
Neden olmasın?

İki kız kardeşten büyük olanıyım ben. Daha güzelce ama silik olanı. 
Önceleri -yani kız kardeşim doğmadan öncesini kastediyorum- çok farkında değildim ne denli silik olduğumun.
Sonra o doğdu.
Altı yaşındaydım.
İz
Benim sevgili küçük kardeşim. Kömür gibi esmer bir bebekti. Minicik doğmuştu. 1 kilo 800 gram. Hiç unutmadım nedense bu rakamı. Buruşuk mini minicik bir bebekti. İsmini daha doğmadan önce koymuştu annemle babam. Kız olursa diye diye. Doğduğu andan itibaren önce ailenin sonra da girdiği bütün ortamların gözbebeği oldu İz. 
Benim de...
Kıskanmam gerekirdi belki, bilmiyorum ama ben onu deli gibi seviyordum. Anne babamdan olabilecek taleplerimi neredeyse sıfıra indirmiştim kendi isteğimle, hep onunla ilgilensinler istiyordum. Ben de hep onunla ilgileniyordum. Oysa benim de ilgiye ihtiyacım olan bir zamanlama ile doğmuştu. Okula başlamıştım, okuma yazma öğrenmeye çalışıyor, desteğe ihtiyaç duyuyordum. Ama hiç destek talep etmedim ailemden, kendi başıma üstesinden geldim, ne kadar gelebildimse işte. Çünkü İz bebekti, onlara ihtiyacı vardı. Hep öyle düşünüyordum. 

İz biraz büyüyüp konuşmaya başlayınca başladı bende de kıskançlıklar. Öyle neşeli, öyle ilgi odağı bir bebekti ki. İlgi çekmek için ben de komik olmaya çalışmaya, okulda öğrendiğim şarkıları söylemeye şiirleri okumaya falan başlamıştım. 
Ama hep geçiştirildim. 
Yarım ağız “hıhı canım, ay ne güzel” der, döner İz’in maskaralıklarına katıla katıla gülerlerdi. 
İz esmer, cılız saçlı, küçük gözlü bir kızdı, büyüdükçe pek de değişmedi. Zayıf, kısa boylu ve gösterişsiz bir fiziği oldu her zaman.
Ben?
Ben bebekliğimde de, genç kızlığımda ve yetişkinliğimde de dikkat çekmesi düşünülen bir görünüme sahip oldum aslında hep. Gür kumral saçlı, uzunca boylu, ela gözlü Güz...
Ama ne hikmetse hep silik.. hep hüzünlü...
Defalarca sözde bana duyurmadan sessizce arkamdan konuşulduğunu işittim. “Bakarsan gösterişli kız ama hiç albenisi yok bu Güz’ün nerde İz’in çekiciliği nerde bunun bu halleri”, “bu Güz ne ruhsuz kız, evde kalır kesin” vs vs vs...

Sevenin belki de çok sevdiği ama az olduğu hüzünlü kadın Güz...
Gerçekten de pek sevilmedim ben ama seven de çok sevdi nankörlük edemem. 
Çok sevilme duygusunu bana yaşatan ilk insan ortaokuldaki müzik öğretmenim... Şimdilerde bir huzurevinde yaşayan, eğer şehirdışında ya da yurtdışında değilsem her Cumartesi sabahı çifte kavrulmuş lokumunu koltuk altıma sıkıştırıp ziyaretine gittiğim Muazzez Hanım. 
Benim müziğe olan yeteneğimi fark edip kemana başlamama, “ne çalgıcı mı olacaksın başımıza” diye kıyametleri kopartan anne babamı ikna edip konservatuvara gidebilmeme falan ön ayak olan tüm hayatımın mimarı Muazzez Hanım...
A-aaa ben size söylemedim değil mi?
Kemanistim ben... Mesleğim bu...
İsmim Güz, mesleğim müzik.. 
İsmim mevsimlerin en hüzünlüsü, enstrümanım enstrümanların en hüzünlüsü..

Ömrüm boyu ne kadar çabalasam da neşeli, eğlenceli ortamların aranan kişisi olmadım hiç. Başlarda çabalardım, üzülür, ağlardım. Kemanı keşfetmemle birlikte tam örtüştüm ismimle ve olamayacağım kişi olma çabalarımı da terk ettim hepten. 
Çok şey borçluyum Muazzez öğretmenime. O beni bulmasa, ağaçtan düşmüş bir hazan yaprağı gibi önce oradan oraya sürüklenir sonra da sinip kaldığım yerde çürür, kaybolur giderdim muhtemelen. 
Muazzez öğretmen hüznümü avantaja çevirmeyi öğretti bana. 
İyi ki de...

İz mi?
Kız kardeşim İz...
O, ististasız girdiği her ortamda, tanıştığı her kişide derin izler bıraktı. İsmi gibi...
Okul hayatında öğretmenlerin gözdesi, sınıfların, katıldığı grupların başkanı ve tüm erkeklerin aşık olduğu kızdı o. 
İş hayatında da pek bir şey değişmedi. 
Şimdilerde hayli tanınmış bir şirketin hayli hatırlı -Halkla İlşkiler Müdiresi- kendisi.. Hatta siz de işitmişsinizdir belki bir şekilde adını ve hatta sizde bile derin izler bırakmış olabilir..
Evli-mutlu-çocuklu-çok başarılı..
Tıpkı bana benzeyen bir kızı var... Sadece görünümü ama.. Kız halaya çekermiş derler ama yeğenim çekmek için teyzesini seçmiş...
İsmi mi?
Giz...
Kendi ismine uysun diye koydu İz, kocası zaten ona o kadar hayran ki onun talebinin dışına çıkmayı aklının ucunan bile geçirmedi.
Giz şimdilerde ergenliğin doruklarında bir genç kız ve tahmin edebileceğiniz gibi oldukça gizemli bir çocuk. Eminim ömür boyu sürecek bu gizemi. Ona verilen isimle yaftalandı çünkü bir defa. 
Ben mi?
Bekarım ben, evlenmedim hiç. Sonu -elbette- hüzünlü biten üç, beş aşk hikayem var. Hepi topu bu. Genç kızlığımda arkamdan söylenip duran -evde kalır bu- kehanetleri gerçek oldu yani. 
Ama benim bundan dolayı bir pişmanlığım ya da üzüntüm yok.
Kemanımla beraber yaşadığım hüzünlü yalnızlığımı seviyorum ben.
Genç kızlık yıllarımda canımı yakan hüznüm de sıcacık geliyor artık bana. Usul usul ömrümün bahar ve yazını bitirip güzüne doğru yol aldığımdan ve nihayet ismime layık yaşlara yaklaştığımdan belki de. 

İşte bu denli sade ve kısa benim yaşamöyküm. 
Ama fırtınalı zaman zaman... Adım gibi, tıpkı sonbahar mevsimi gibi...

Ha diyeceksiniz ki
Madem onca erken fark ettin insana yaftalanan isimlerin onun yaşamını şekillendirdiğini, neden değiştirmedin ismini?
Düşünmedim değil..
Bazen kendime isimler uydurup aynada o ismi kendi kendime tekrar ederek prova yapardım..
Örneğin, Neşe...
Bir türlü oturtamazdım hiçbirisini üzerime...
Nihayetinde vazgeçtim o hayalden de...

Hem mutsuz değilim ki ben... seviyorum melankoliyi..
Bazılarına hüzün yakışır sadece....

YORUM EKLE