Cemre ve bahar

Toplumun bağrından çıkması beklenenlerin gelişi geciktikçe; ekilmemiş çorak tarlalar gibi yabani otlar,adı bilinmedik bitkilerin sardığı sürgüler çıktı ortaya...

Türk toplumu, iletişim çağının ortasından geriye doğru sıçrayarak,cumhuriyet aydınlanmasının ve zihninin gerisine düştü...

Kendi hinderlantını,kendi metafiziğini kaybetti..

Şairsiz,ozansız sanatçısız kaldık..Toplumun,insanın kalbine ve ruhuna kulağını dayayan sanatçılar yok artık,varsa da,kendi iç seslerini bildirmez ve duyurmaz oldular.

Söyledikleri ,söyleyecekleri olanlar varsa da; bölük pörçük,anlamsız,dağınık ses yığını,vuzuh ve ufuksuz..

Oysa,sanatçı korkusuz, özgün ve özgür bireylerdir,tutsak  edilemeyenler dir!..

Vicdanı, insan olmanın  en temel değeri olarak gören erdemler nereye kilitlendi,nereye hapsedildi..? Susmak ta neyin nesiydi..?

Bize dayatılmış insan tipolojisi hangi labortuvarın,hangi gelişmiş ARGE nin esiri ve eseriydi..?

Topraktan,sudan,havadan,yeşilden,maviliklerden musiki,mimariden,dünden,köyden,kasaba,şehir ve kendimizden  çabucak vazgeçtik..

Vazgeçtiklerimizin yerine koyduklarımız bizi yeni bir hayata bağlamadı,yeni bir şekil vermedik şu hamura,ekmeğimizi bozduk,teraziye hile,göz kapaklarımızın ardında saklı kemliklerle baktık her şeye,birbirimizi sevmemek için ne kadar bahaneler ürettik...

İşte şimdi yine cemreler düşüyor,yeniden taptaze bir baharı müjdeliyor.Bademler,erikler çiçek açmak için şafak saymakta,kelebekler kozada saatleri sayıyor çıkmak için..

Ama,içimizdeki derinliklerde bir sızı,bir avaz var..

Hazzı yok baharın,kışın ardından gelen mevsimin,iklimlerin  ne beklentisi ne özlemi  kalmadı içimizde,kahretsin!..

Hiç şüphesiz 50 yıl önce yaşayanların hayattan aldığı haz,hayatlarına kazandırdıkları yaşama sevinci hızla tüketildi, onca yoksulluğa rağmen,evlerinde ‘buzdolabı’ bile olmayan insanların birbirine olan sıcaklık,sevgi,ülfet ve muhabbeti kuşkusuz günümüz insanıyla kıyaslanamayacak kadar çoktu...

Arif gönlümüz, yeni bir medeniyetin taze çiçekleri ve gülleriyle bezeli bir has bahçesiydi,yarımızdan çoğumuz köylü,rençber, amele iken bile kentli olmaya ne kadar yatkındık..

O güne erişmiş sanatçıların ürettiği ekin,kültürel hasıla ne kadar insani,naif,estetikti öyle..

Bir rikkat vardı her alanda,giyim kuşamdan,davranışa,eşyaya bakışından,zevkine,saç tarayışına kadar..Eski  siyah beyaz fotoğraflar,o pozu  çektiren insanların kendine has bir özen içinde oldukları nasıl da gözümüze çarpmakta,ne çok okunacak şey vardı o karelerde...

İmparatorluk kaybeden kuşaklara has bir travma yaşanırmış unsur-u aslide...

Biz ise; bir medeniyet kaybettik, daha filiz halindeyken üstüne üstlük...

İki travma birden; iç içe,üst üste yaşıyoruz,hala...

Bu kolay kaldırılacak bir kriz değil,kalp duvarlarımız zayıfladı,hızla onarmak,tamir ve tedavi etmek zorundayız.

Bu ulusumuzun gönül ,ruh, kalp sesini,ritmini ve nabzı tutmakla olacak,o harç ve otama ancak sanatçılarla,ruh mimarların güzel,mahir temiz elleriyle  inşa edilebilecektir...

Her şeye rağmen işte önümüzde  bir bahar var; bahane, cemre ise cemre düştü   düşecek,kelebekler kozasından çıktı çıkacak,bir mahur ,bir buselik makamında beste  için ise zaman, vakit ve iklim ise,tamam mı  tamam!.

YORUM EKLE