İki ihtilalin analizi

24 Temmuz 1908 İttihat Terakki ihtilali, yalnızca, sıradan siyasal-politik bir olay gibi anlaşılmaya zorlansa ve ona indirgenerek yorumlansa da; kendisinden yaklaşık  119 yıl  10 gün önce başlamış olan,  14 Temmuz 1789 Fransız ihtilalinin  bir çok yönüyle benzerliği, tarihi ve sosyolojik bir(determinizm) zorlamanın  kapımızı istemediğimiz halde çalışı gibidir.

Her iki ihtilal de rol oynayan şartlar, faktörler ve onu hazırlayan entellektüel figürlerin,aydınlanmacı anlayış-arayışın ortak olgusu,çabası ve sonucudur.

Yaşlı kıtanın her iki yanını derinden etkileyen sarsıcı gelişmelere yakından bakılınca aslında birbirine ne kadar da benzediği görülecektir...

Uzun asırlardan beri dinin, yorumlanış ve sunuluş biçimini sağlayan skolastik ruhban yapı ve hükümranlığı birlikte yürüten Hıristiyan  krallık,diğer bir yanda ise,  Müslüman bir padişahlık (ve hilafet) …Aklın( rasyonelliğin);istek ve beklentileri,yeni iktisadi/ekonomik arayışlar,insanın kendini ifade etme istekleri ve güçlü bir romantizmin etkileri…

Birbirine her ne kadar  kültürel olarak benzemesi düşünülmez ise de;  halkların ihtiyaç ve beklentilerinin ayniliği; bağımsız, eşit,adil, hür, iktisadi ve ekonomik bir biçim arayışında kendini ifade eden bir siyasal cumhuriyet fikrinin doğmasına sebep olmuştur.

Bu  isteğin yorumu ve onun karşısında duran mutlakiyetçi  yapıların,  onlarca asırlık ferdi ve toplumsal fıtratta ki,olgunlaşma sancıları içinde bekletilen,birikimin,   ötelenmişliklerin karşılık bulması ve tazyiki sonucu ‘teba, raiye’ diye ayırarak asırlarca yönettiği isimlendirdiği halklarda ki; tepkisi ve karşılığı aynı olmuştur…

Batılı  aydınlar, içinde doğup büyükleri toplumların tarihi özellikleri,eğilimleri  hülasa ferdi ve toplumsal gerekliliği gözlemleyerek,üstüne vazife ittihaz ettiği fikir ve düşünceleri dillendirerek,aydınlanma vazifesini yerine getirmiş; aynı zamanda yeni bir insan modeli olan entelektüel,aydın münevver tipini de tariflemiştir.

Batıdaki Rönesansla başlayan, aydınlanma geleneğinin, tohumları sanayi devrimi ile büyürken ekonomik evrilme, kapitalizm sürecinin yanında, kendi  geliştirdiği felsefenin  düşünme, kalıp ve kavramlarına yeni yorum ve katkılarla hayat, renk, hız verirken; insan esaslı gelenekleri ve siyasal rejimlerin mutlakıyetçi eğilimlerin ortadan kaldırılması gereğine kanaat getirmiştir.

Onların aydınlanmacı düşünürleri, özgürlüğün,toplumsal ve bireysel olarak tüm alanlarda olması gerektiği fikrini savunmaktaydı. Descartes, daha XVII yy'da, aklın ve eleştirel zihniyetin üstünlüğüne vurgu yapmış, Montesquieu ise yasama gücünün halkı temsil eden vekiller aracılığı ile kullanılmasını ve güçler ayrılığı ilkesinin  tek adam,yada kutsanmış birisine kesinlikle terk edilmeksizin acilen hayata geçirilmesini önermiştir. 

Voltaire'e  göre ise;  kral,a yine tölerans tanımakla birlikte, filozoflardan kurulu danışmanların örgütüne uyarak toplumu aydınlatmayı hedeflemeyi önerirken, İngiliz modelini benimseyerek, parlamenter bir sistemin kapılarının açılmasını istiyordu. Rousseau, ise peygamberlerin vaazlarında olduğu gibi insanların doğuştan eşit olduğuna inanmayı vurguluyordu, çoğunluğun iradesinin (milli hakimiyet) siyasal rejime hâkim olması gerektiğini,sosyal bir sözleşmeyi mukaveleyi vurgulamaktaydı. Diderot ile d’Alambert ise yasa önünde eşitlik, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi talepleri en az, bilindiği kadarıyla ilk kez dillendirmekteydi.

Bizde ise, batıdan esen özgürlükçü rüzgarlar, oraların aksine, halkın kendi içinden çıkan aydınlanmacıları değil, devlet eliyle tedbiren, kötü bir sonuçla karşılaşılmadan aceleyle  özümsenmeden, anlaşılmadan, mutabakat sağlanmadan,batı meclislerinin taslak ve risale iktibaslarının çevirisi ‘ferman’larla sabitlenerek  başlandı.1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı  ile önce topraklarımız üzerinde yaşayan ve teba olan azınlıkları daha çok onur e edilerek, batılılaşma,gelişme(özgürlük anlamında) yolunda ilk düğme yanlış iliklenmiştir.

Müslüman teba nın atlanarak bu reform işine başlanılması uzun zaman alacak kırgınlıkları,küskünlükleri de  beraberinde getirmiştir. Unsur-u asli buna içerleyecektir,onların sözcüsü ve maşer-i vicdanı olan ‘Genç Türkler’(jön Türkler)için, uyanış,silkiniş,düşünce hayatının öncüsü, devrimciliğini doğuracak ilk adımlar atılmaya başlanacaktır.

1860 yılında başlayan; Genç Türkler hareketi diye isimlendirilen,başını Namık Kemal,Ziya Paşa,Mithat Paşa gibi Türk milliyetçiliğinin asırlık uyanışını tıpkı batıda olduğu gibi siyasal bir kimlikle,mevcut statükocu monarşizme alternatif  yapılanmasını doğurmuştur. Fransız devrimi ve aydınlanmacıların etkisini, nüvesini bu coğrafyaya taşıyan bu şair ve aydınlar, tam bir borç batağına saplanmış,asırlık iç karışıklığın getirdiği halkın ve devletin kurumlarıyla susadığı o sükun ve barış özlemi  Sultan Abdülaziz döneminin devam eden huzursuz,kaotik döneminde kendine alan bulmuştur.

Batıda olduğu gibi kendi entelinjansiyasını yaratamamış, büyük eserler verememiş kendi sosyolojisini tesis edememiş,iktisadi doktirinini kuramamış bir devletin içinden çıkan  aydınlarımız, her ne kadar batıda ki  aydınlar kadar şöhret olabilmiş değilseler ise de, batıdaki bu insan temelli  arayışı, yadırgamamış,bilakis o noktaya koşarak varmışlardır.

Kendi köylüleriyle yola çıkamasa da, olmayan burjuvazisi yerine devletin en zinde,dimağını,keskin bıçağını bünyesinde var eden,2.Meşrutiyeti -monarşisine ilan ettirmek zorunda bırakan ‘Genç Türkler’ artık İttihat ve Terakki adıyla anılarak,hızlı bir harekete dönüşerek harbiyeli,tıbbiyeli,mülkiyeli okumuş çocuklarıyla asırlık düşünüş farkını yakalamış, özgürlük,adalet ve kardeşlik prensiplerinin o ezeli meşalesini; Manastır,Selanik’te tutuşturup İstanbul ’a pay-i tahta; yani yaş ortalaması henüz 25 -30 olan,serdengeçti  zabitler tarafından Namık Kemal den şiirler okuyarak girmişlerdir.O ateş 1918 yılının 30  Ekiminde söndü sanılırken,7 ay sonrasının mayısında bu sefer Samsun’a taşınmış, oradan Ankara ya  götürülmüştür.

Aydınlanma dönemimiz sonsuza kadar devam edecek.Başka toplumların karanlıkta bırakılmış nesillerinin  eline özgürlük,eşitlik kardeşlik meşalesini biz tutuşturacağız. Her türlü, tek adamlığa giden yolları,tıkayarak, tutarak,peygamber buyruğunu da yerine getirmenin  hazzını yaşayarak !

Not: Yukarıda bahsi geçen konular, kurnaz kasaba avukatlarının başını çektiği politikacılarca muzır konulardır.Onların harcı; bu mevzuları anlamak değil,bilakis kendilerinin üzerlerinde hüküm sürmek istedikleri güruhları,yığınları oluşturmak;sevk ve idare etmektir.

YORUM EKLE