Şehir ve ben

Eski bir şehir gibiyim;savaş,yangın,yağma,talan,deprem,salgın hastalıklar ve göç görmüş...

Onun ; ağır, yıpratıcı kâbus dolu yıllarından yaralı kalkıp doğrulurken, zaman zaman,  sulhun, sükunun âsude bir iklime dönüşmesi ve bütün yaşanılanların, kızıl ve  bir mavi tülle örtülüşüne  şahit olunduğu mevsimler de olmadı değil hani...

Bunu,yalnız şehrin yeni sakinleri bilmezdi,çünkü onu öğrenecek hafızalardan yoksunlardı; çünkü, hepsi göçmen ve sonradan gelip yerleşmişlerdi oraya...

Bilse ,bilse şehri kucaklayan yer yer yıkılmış sur duvarları ile yaşlı  çınar ve kestane ağaçları  istisna olurdu ancak...

Ha bir de; adları çoktan unutulşmuş,şehrin sakinlerine küskün ve şehiri daha çok sevmek zorundan kalan  şairlerin yırtık,yanık ve kayıp kitaplarda ki dizeleri...

Ruhum da, öyle benim..! O, eski yaraları ; sarılmamış,otanmamış, o, kimselerin neler yaşadığına dair hiç birşey bilmediği,merak edimediği kanamalı bir ruh,tıpkı şu eski şehirin sessiz ,derin ketumiyet hali  gibi...

Bunca aradan geçen zaman sonra ,elimde tek kalan ve  öğrendiğim bilgi; varlığımın, hissedilmediği zamanların bilindiği zamanlardan çok daha fazla olduğu, oldu...

Şehir ve ben;kısacası , peşpeşe, nâgihane yaşadıklarımızın hülasası gibiydik...

Yas tutacak siyah bir rengimiz olmadı,ayıca;kopkoyu bir zulmetteydik ikimiz de...

ikimiz hakkında; ne tarih düşüldü bir yere,ne tahrir,ne şer-i sicil,ne defter-i mühimme,ne de defter-i hakâni de izimiz oldu,ne de bir fermanda adımız bizim...

Bal gibi yoktuk işte!Var olduğumuza dair, iddia edenelere inat!

Birbirimizi koruyan,gözeten,merhamet ve sevgiyi sunan yanımız vardı,yalnız birbirimizi dinler o kimselerin görmediği sükutumuzdan bile neler neler anlardık biz...

Saklı,sevgilerimizi,sevdalarımızı anlatırken ne kadar ketumduk biz biribirimize öyle,tek sustuğumuz  mahremimiz di o...

O , ruhumun acı bir sütle emzirildiğini öğrendiğinde beni teselli etmişti...

O yüzden şekerin tadını hep merak ettim ben;şirin nedir,bal nedir neye benzer bilemedim.. Yarin dili ,dudağımıdır dediğimde kızdı bana,utandı...

Yaralarımın o derinlerde ki acısının sessiz bir çığlıksız ağrısı vardı ki; acırdı, demek ki bana...

Bazen, başka bir zamana taşınalım hadi , derdi sessizce, sabaha karşı uykudan uyandırıp ;ikimizde vefa görmemiştik ne de olsa, şu arzın üstünde...

Ama;  ben hep geç kalırdım,sabah uyandığımda gün doğmuş,sokaklar aydınlanmış olurdu.

Kadınların saçlarını tarayışı,çocuklar,satıcı sesleri,araba kornaları,sokakları adımlayan çantası  ve elleri dolu ,yolları gözlene postacılardan  utandı belki; onları, orada koyup gitmeye, onunda  benim gibi özü tutmadı demek...

YORUM EKLE