Sömürünün tarihselliği

Tarihin şu ana kadar kaydettiği, insanların sımsıkı tutundukları ve çevresinde  kümelendikleri şu üç şey var; bunlar:din,millet ve emek.  

Tarih; bunların üzerinden yapılan istismarların,aldatışların  sonucu olarak elde edilen iktidarları kazanmanın peşpeşe ,bazen iç içe vücut bulduğu bir panaromasıdır adeta... 

Din görünümlü  savaşlar, uyarlanmış milletler arası savaşlar; genelde politik,din referanslı medyumların ruh çağırma seansları gibidir her seferinde...

Hiç bir şeyden habersiz bırakılan,maniplasyonlara açık kalabalık kitlelerin farkına varamadan, ard arda savaş meydanlarına çağırılışları,kendilerini orada buluşları hep aynı,değişmez neticelerle sonuçlanmıştır.

Tepeler gibi, üst üste birbirine öldürtülmüş insan gövdeleri,zafer taklarından gururla geçen krallar,sultanlar, havaya kaldırılan şarap kadehleri,aynı savaşı başlatan savaş davullarının bu sefer elit bir zümrenin  zaferi için çalışları...

Mabed kürsülerinden vaazlara konu edilmiş kutsanmış ölüler...

Aldatılışın ve kandırılmaların ;ne zaman dünümüze baksak,dini de arkasıan alarak idareci sınıfı eliyle yapılışına ait bu tarihsellik canımızı yakmış ve bizi şaşkına çevirmiştir...

Tarih boyunca bir çok insan sömürü,istismar ve aldatışa dair bir çok önemli sözler söylemiştir!

Mesela; Şeyh Bedrettin (1359-1458) Varidat’ında, ‘’insanların bir kısmı,bir kısmına tapıyor;kimisi de altın ve gümüş paralara,yiyecek ve  kibirliliğe ibadet ediyor da, Allah’a ibadet ettiklerini sanıyorlar’’ diyerek  yüzyıllar öncesinden    inanç menşeli istismar ve aldatışı  bize resmediyordu...

Bu fiili yapanların, dini,ırki kökenleri,dilleri,doğdukları topraklar çok mu önemli mesela..?

Ya, emek!?

Ve  buharın keşfinden sonra sanayi ihtilaliyle boyut değiştiren aynı zihin ve ruh, bu sefer daha değişik bir alandan hitap etmeye başladı bize...

Etrafımızda var olan dünün,bugünün ve yarının bütün maddi ve manevi unsurlarını meydana  getiren her ne varsa; hepsinin bir emeğin bir say’ın eseri,ürünü onun adeata bir sihirli elin dokunuşuymuşçasına  aklmıza getirmemiz ,onun da sosyolojik bir bilinç haline dönüşmesi ancak ;yoksul Londra gecekondularında  1850 başlarında zorunlu  yaşayan, zaman zaman sabahçı kahvelerinde geceleyen Karl Marks denen, o karışık sakallı adamla başlamış gibi görünüyor .

Gözler önünde eriyerek ,hayatlarını idame için, karın tokluğuna çalışan maden işçilerinin,yoksul köylülerin,dar gelirlilerin  ilkel çalışma şartları,ücret sorunları ,mesai saatlerinin hunharlığı,çelik ve demir karşısından kölece boyun eğişleri  ve onların hayatlarına dair acıklı kesitler koyması emek denen gerçeği gözler önüne sermiştir. Ve o konuda ki çoktan başlamış,ihmal edilmiş bir vakayı,bir sömürüyü haber vermiştir.

Hatta kendi eseri olan  Kapital’in ilk cildi 14 Eylül 1867’de yayımlanan kitabı garip bir ironi ve tecelli gibiydi..basıldığı ülkede gülünç bir sayıda iken; New Yorklu uyanık bir yayımcı, 1890'da Kapital'in korsan baskısını yaptı ve satış rekorları kırdı. Bu tiraj patlamasında yayımcının, "Bu kitap borsada kapitalin nasıl biriktirileceği üzerine yapılmış en kapsamlı çalışma"başlığı altında tanıtılmıştı...

Ve daha sonraları, emek adına oluşturulan ideolojik dayatmalı totaliter rejimler kanlar içinde arkalarında kalabalık kitleleri bırakırken,çağımızda böylelikle emek adına dikkat çekilen en kıymetli anlayışın  bedeli, insanlığa çok pahalıya mal olan yeni bir tecrübe daha kazandırmıştır.

Bu denemeler, her seferinden  yerini  kapitalizmin refah vaad eden sahte cennetine kitleleri sürüklemekle neticelenmektedir.

Diğer yandan; din,millet ve emek adlı tarihsel sömürü başlıkları bazen romantik,bazen kahramanlık,,bazen ilahi mesajlarla mecz edilerek sunulmakta ve halen dünyada yaygınlığını sürdürmektedir .

Sonuç itibarıyla ,devasa kitlelerin üzerinden; insanın, diğer türünce yürütülen sistematik geleneksel sömürü ve iğfal çağı;bizi,bu yenilgiden kurtaracak   baharın müjdeci çiçeği olan kardelenler gibi, tekrar yeşermemizi gerektirmekte..

YORUM EKLE