Yalan

Eski zamanlarda; sözün gümüş,sükutun ise altın, addedildiği yarı münzevi ,yarı menkıbelerle bezeli ,toplumsal rekabetin ise gelişmediği, içine kapalı bir mahut dünya vardı.

YALAN;söylenebilecek hakikatın ve gerçeğin celladı olarak bilinmesine rağmen  araştırılıp,kolayca tesbit edilecek bir şey değildi..

İspatı zor,delillendirilmesi mekan ve şartlar açısından her zaman  müsait olmaya YALAN,ahlaki bir sorun olarak kaldığı çevrede bir kaygı olmuşsa da hadiseler üzerinde kısmi tesiri fazla yayılma şansı bulamamış,genelde bir ‘’yatsı vakti’’ne kadar, ömrünü ancak sürdürebilmişti ...

YALAN’ın başı da sonu da okuma ve yazmanın seyrekliği,iletişim, ulaşım, seyahat ve yüzleşmenin güçlüğünden dolayı, uzun yüz yıllar kitleleri birbirinden uzak tutmuş; genelde, yöneltildikleri saray çevresiyle,küçük site,klan ve aşiretlerden meskun olan  kentlerden,yerleşim alanlarından ibaret olmuştu.

Buralarda yaşayan ve yukarı sınıf arasında katalizör bir etki alanı yaratmış  olan din adamları,saray ve soyluların vakanüvisleri,derebeyleri,aristokrat ve feodal yapıların iznine tabi üretilen ve başvurulan YALAN’lardan ibaretti...

Bu yalanların en büyüğü ve yıkıcı olanı sanırım, kutsal metinlerin arasına eylemler ve olayların anlatısı esnasında, fayda,çıkar ummak üzere konumlanmış imtiyazlı sınıflarca yapılmıştı...

Halkların ise YALAN’a ihtiyaç duymayacak kadar uzak ve umursamaz tavırları, menkıbevi,fizik ötesi hurafe inanışlarla besledikleri hayatlarının savruluşu yüzünden YALAN’ın etkili gücü tabii olarak güdük kalmıştı..

O yüzden dinler ,uzun asırlar kendisine iman edecek gerçek müminleriyle buluşmak ve  kavuşmak için  zorlanmaktalar.Tıpkı,günümüz ideolijilerinin içinde bulundukları sıkıntılar gibi...

YALAN , yaygın olarak  iletişim,bilişim denilen görüntülü  ve yazılı hayatın araçlarında sıkça kullanılmaya başlandıktan sonra, bundan büyük fayda elde eden, sömürüsü,tahakkümü ve rakiplerinin itibarsızlaştırılmasında bir metod olarak sıkça  başvuran,  şeytani bir yeni sınıf türeyinceye kadar...

YALAN’ı bilimsel bir metafora dönüştürerek, istihbarat dünyasının bol miktarda kullandığı manipüle,prokavaktif ,prapogonda ile zenginleştirilmiş  yöntemlerle devasa halk kitlelerinin üzerinde kullanılması ve tepki dönüşmesi maalesef  eski zaman halklarının YALAN’a karşı lakayt ve umursamaz  o zayıf duruş ve duyuşlarıyla çok benzeşmekte...

Kocaman dediğimiz adamların, YALAN söyleyeceğine dair bir gerçeği sezebilmekten çocukluk zamanlarımızdan beri uzak tutulduk.

YALAN, sadece çocukların  başvurduğu ‘YALANCIK’masumane günahlar olarak aklımıza kaldı.

Toplumsal piramidin en tepesini tutanların, oraya tırmanırken arkasından gelene tekme attığı,tükürdüğü pek yadırganmaz oldu artık.

Ama;özellikle inançları referans alan siyasal hareketlerin ve iktidarların, YALAN sözler söylemesi,gerçek denilen hakikat,emanet ve ehil olma  noktalarında fahiş bir YALAN’cı oluşları; artık toplumsal sorunlarla ilgili bahislerin her açıldığı dar ve geniş cemiyetlerde, akla bir büyük tiksinti ve nefreti getirdikleri unutmamalılar..

Onun için; önümüzdeki zamanları ve çağı inşaa etmesini beklediğimiz  aydın kuşak mutlaka ilgi alanını insanlığın binlerce yıldır ilenç duyduğu YALAN söyleyen yöneticeler ve onların artığıyla beslenen sınıfa karşı kesin bir tavır ve direnç göstermeli.

Oyunda,oynaşta olmaktan uzaklaşıp bir an önce gözlerini ve dikkatlerini  bu YALAN hastalığıyla felç edilmiş,sürünen  geniş halk kitlelerinin üzerine çekmeli...

YORUM EKLE